Mayıs 2011’de 1 haftalık gittiğim İskoçya gezisi ile
alakalı ne zamandır yazmak istiyordum,sonunda toparlama şansı bulabildim. Öylesine
masalsı ve farklı şeyler yaşadım ki, oturunca sanki hepsini yazamayacakmışım
gibi geliyordu. Şunu belirtmek isterim ki farklı bir yer görmek isteyen
kesinlikle İskoçya’yı tercih etmeli ve sadece büyük şehirlere değil İskoçya’nın
“Highlands” diye tanımlanan yerlerine de gitmelidir.
Seyahatimiz Edinburgh ile başladı. Hollyrood
Sarayı, Arthur Seat Tepesi, eski
şehirde Royal Mill Caddesi ve şehre hakim bir konumu ile tarihi Edinburg
kalesini gezdik. Öncelikle Edinburgh’ta hiç yeni bina göremedim, hepsi tarihi,
hepsi eski ve özel, hiçbirine dokunulmamış. Hava buraya göre oldukça soğuktu. Ancak
insanlar dünyanın hiçbir yerinde görmediğim kadar sıcaktı. Yolda herkes selam
veriyor, sohbet açıyor, yardımcı olmaya çalışıyordu ve hepsi inanılmaz
güleryüzlüydü.
Edinburgh’taki binaların hepsinin bahçesi var,
önünde yer yoksa cadde karşısına kilitli kapılarla bahçelere rastlayacaksınız.
Apartman sakinlerinin doğayla baş başa zaman geçirmesi onlar için oldukça
önemli.
İskoçya barları geleneksel eski İskoç tarzında ve
müzik de İskoç müziği, farklı bir şeye rastlamak zor. Bazı publar ise
yüzyıllarca öncesinden kalma ve birçok önemli tarihi şahsiyetin gelip içki
içtiği yerler. İskoçlar inanılmaz eğlenceli ve sıcak insanlar.
Edinburgh’ta Bobby’s Bar ve Deacon Brodie’s Tavern’i
anlatmadan geçemem. Bobby’s Bar’ın adı meşhur bir köpekten alınma. Bu bar
mezarlığa yakın bir konumda ve Bobby adlı bir köpeğin sahibi 1872’de ölünce
buraya gömülüyor. Bobby ise mezarlıktan ayrılmıyor ve sahibinin başında
duruyor, sadece yemek için hergün saat tam 13’te Edinburgh Kalesi’nden bir adet top atılır atılmaz, yakındaki barın
yanına gidiyor, o zamanlar barın adı başkaymış. Bardakiler de o köpeği hergün
beslemeye başlıyor. Köpeğin vefasından çok etkilenen Belediye Başkanı Bobby’yi
vatandaşlığa alıyor ve maaş bağlıyor, maaşı da bara ödeniyor. Bobby İskoç
vatandaşı olarak öldükten sonra o mezarlığa sahibinin yanına gömülüyor, o barın
adı da Bobby’s Bar olarak değiştiriliyor. Şu an Bobby adına bir köpeklere
yardım fonu, çeşme ve heykel bulunmaktadır. http://en.wikipedia.org/wiki/Greyfriars_Bobby
Deacon Brodie’s Tavern ise geleneksel bir İskoç barı
ancak çok ilginç bir hikayesi var. Deacon William Brodie 1741 doğumlu bir
diplomat ve üniversitede ders veriyor. Her akşam o zamanlar adı başka olan bu
bara geliyor, kurbanını seçiyor, onunla birlikte çıkarak bir köşede öldürüyor
ve cesedini yakındaki kilisenin bahçesine atıyor. Bu seri katil olayı fark
edildiğinde Deacon Brodie’yi yakalayıp bu barın tam karşısında kafasını
kesiyorlar(Şu an o noktada yerde burasının unutulmaması için bir metal parçası
duruyor). Kafası Tıp Fakültesi’nde bir kavanozda herkesin göreceği şekilde
halen sergileniyor. Vücudundan ise tüm derisini yüzüyorlar, bu deriden çanta vb
yapıyorlar ve bunları çok yüksek fiyatlara satmışlar. O barın adı da o gün
bugündür Deacon Brodie’s Tavern olarak kalmış. http://en.wikipedia.org/wiki/William_Brodie
Bar demişken, elbette İskoçya’nın sıvı altın dediği viskisi
dünyaca meşhur. Bu nedenle birçok viski imalathanesi var. Biz ikisini
gezebildik: Tomatin ve Ben Nevis. Çeşit
çeşit viskiler tatırdılar. İskoç single malt viskisinin yopun olduğu için biraz
su katılarak içilmesi gerektiğini öğrendik. Açıkçası deneye deneye kafamız bir
dünya dolaştık ama iyi de oldu çünkü İskoçya o mevsimde o kadar soğuktu ki, 2
kat kabanla dolaşıyordum. Ancak ben böyle üşürken İskoçlar kısa kollu gömlekle
geziyor ve onların yazının bu olduğunu söylüyorlardı :-) İskoçya malum güneşin az olduğu bir
yer, hava nadir açıyor, bunun dışında çoğunlukla kapalı ve genelde de yağmurlu.
Edinburgh’ta eskiden cadıların yakıldığı yere ise bir
platform yapmışlar ve bu anıyı yaşatıyorlar. Ayrıca ilginç şekilde birçok
evsize rastladım ancak sorduğumda onların gönüllü olarak sokakta yaşamayı
seçtiklerini öğrendim. Hatta benimle cadıların yakıldığı noktada foto çekilmek
istediler, yanda. Sabah-öğlen-akşam Kızılhaç minibüsleri bu
kişilere sıcak tabldot yemek vermektedir. Aslında İskoçya vatandaşlarının
parasız-sefil-sokakta kalmasına kendisi seçmedikçe imkan yok arkadaşlar :) Nedenlerini
anlatayım:
İskoçya’da eğitim-sağlık-doktor-ilaç-hastane bedava.
İskoçlar işsiz kalırsa devlet ilk 6 ay son maaşını, sonra da maaşının yarısını
ödüyor. Bir bayan eğer evli değilken hamile kalırsa devlet bedava ev veriyor,
maaşa bağlıyor ve çocuğun yetiştirilmesine ve bayanın eğitimine destek oluyor.
Sokakta yatmayı tercih edenlere ise yukarıda bahsettiğim gibi 3 öğün yemek,
battaniye, giysi veriyor.
Tabi vatandaşına sahip çıkan sadece devlet değil,
vatandaş da ülkesine sahip çıkıyor. Şöyle ki, yere asla çöp atmazlar, siz
yanlışlıkla bir izmarit bile atsanız biri koşarak gelip onu yerden alır ve çöp
tenekesine atar. İskoçya toprağının her santimi kendilerinin olarak düşünüp
seviyor ve koruyorlar. İskoçya’da her sokakta her yerde kameralar var, herkesin
her yaptığı kayıt altında.
Ve belki de en alışılmadık şey ise, İskoçya’da
yazılı anayasa yok! Geleneklerle gelen kurallara göre yaşıyorlar, bir şey ya
doğrudur ya yanlıştır ve yanlışsa kimse yapmaz, o nedenle yazılı anayasa yok ve
İskoçlar buna sonuna dek uyuyorlar!
İskoçya bildiğiniz gibi halen Klanlara ayrılmış
durumda ve her klanın toprağı ve klana mensup kişiler var. Klana mensup olmayan
kişi yok yani. Her klanın başında bir Lord var, her klanın kendine has arması,
gelenekleri ve giysi-kilt rengi var. Ayrıca örneğin anaerkil bir klandan bir
bayan ile evleniyorsanız, onun soyadını almanız da gerekebilir, klanına göre
töre ve gelenekleri değişiyor. Diyelim avlanacaksınız, o zaman o toprağın Lord’u
kimse ondan izin almalısınız ve Lord yanınıza refakat edecek birini veriyor.
Çünkü bebek hayvanların öldürülmesini istemiyorlar. Avlanmaya gelince, bizim
gibi hayvan çiftlikleri yok, hayvanlar çayırlarda serbest dolaşıyor ve avlamak
isteyen avlayarak yiyor.
İskoçya baştan başa şatolarla dolu. Kimilerinde hala
Lord’lar yaşıyor ama gündüzleri gezilmesine izin de veriyor.
Edinburgh Kalesi’nde Galler bölgesi krallarının diz
çökerek tacı giydiği bir taş tutuluyor. Denilene göre aslında orijinal taşı
İngilizler almasın diye saklamışlar ve yeri de sadece Klan Liderlerinin bildiği
ve nesilden nesile aktarılan bir sır. Şu an o şatoda duran taşı, Galler
bölgesinde taç giyileceği zaman alınıyor ve saraya götürülüyor. Ama gerçek taşı
sakladıkları için, İngilizler’e duydukları nefret nedeniyle foseptik taşıyla
değiştirdiklerini söylüyorlar ve bununla çok övünüyorlar :) http://www.edinburghcastle.gov.uk/
Edinburgh’un her yerinde “Ghost Tour” diye turlar
göreceksiniz. Bilindiği üzere Britanya hayaletleriyle meşhur, “Haunted Britain”
diye bir tabir var. Bizim rehberimiz bunu bize dönerken havaalanı yolunda söyledi, korkmayalım diye tur boyunca böyle bir olay olduğundan bahsetmemiş. Savaş zamanlarında saklanılan yer altı dehlizleri var ve
genelde buralarda hayalet daha çok görülüyormuş. Ancak orada yaşayanlar garip
şekilde hayaletlerle yaşamaya alışmışlar, orada turistik amacı olmayan insanlar
bile son derece rahat yaşadıkları hikayeleri anlatıyorlar, artık orada sıradan
hale gelmiş bir olay. Şöyle ki, bunu araştıran birçok site var, ben de İskoçya
dönüşü bunlara bakarken fotoğrafları gördüm ve sonra şans eseri benim de Inverness’te
İsa’nın havarileri’nden birinin kilisesinde bir hayalet fotoğrafı çektiğimi
fark ettim! Hatta bozuk çıktı diye üst üste 3 foto çekmişim ve aslında ilk
çekilen bozuk değilmiş. Işık oyunu olup olmadığını da profesyonel
fotoğrafçılara baktırdım, kesinlikle (artık neyse) bir şeyin fotoğrafını çekmişim yani :) Baktığım site :
http://www.ghostfinders.co.uk/photos.html
Benim fotolar ise:
Benim fotolar ise:
Edinburgh’ta pencere camları dikkatinizi çekebilir, halen elde yapılmış tam düzgün olmayan camlar kullanıyorlar. Ayrıca kimi pencerelerin tuğla ile örüldüğünü göreceksiniz. Bunun nedeni zamanında İngiltere’nin İskoçya’ya düpedüz “ışık vergisi” koyması ve pencere sayısına göre vatandaştan vergi kesmesi. Buna tepki olarak bunu yapmışlar. Şu an bu vergi elbette yok ama sembolik olarak bu olayın unutulmaması için bazılarını bırakmışlar.
Ve elbette İskoçların yoğun İngiliz nefretini
anlatmama gerek yok :) Öyle ki hayatın her alanında, komedide, sohbetlerde, Tv’de, kitapta,
devlette, herkeste bunu sürekli görebilirsiniz. Şu an halen bağımsızlıklarını
almak için uğraşmaktalar. Ve bağımsızlıklarını aldıklarınında meşhur İskoç Sean
Connery’yi Cumhurbaşkanı yapmayı düşünüyorlar. :)

Bu yolculuk tam bir pastoral senfoniydi. İsveç’in yeşilini beğenmiştim ama bu kadar mistik ve masal dünyası güzelliğini orada görmemiştim. Hele ki İnverness yakını şu an adını hatırlayamadığım bir kasabayı asla unutamayacağım. Bu kasabada genelde tek veya 2 katlı evler var. Hepsinin bahçesi var ve bahçelere giriş dışarıdan. Evlerinin kapıları da hep açık. Bunun nedeni, orada sormadan izin almadan evlerine veya bahçelerine girip oturabilir, sohbet edebilir, bahçelerinde barbekü bile yapabilirsiniz ve kimse ne yapıyorsun demez :)


Teknemiz yol üzerinde İskoçya tarihinde büyük savaşların gerçekleştiği Urquarth Kalesi'nin harabelerini gezmemiz için yanaştı. http://www.castles.org/Chatelaine/URQUHART.HTM
Burada ilginç bir anım da oldu, paylaşmak isterim. Her kalenin küçük bir hediyelik dükkanı var, orada alışveriş yaptım ve kasada sıra beklerken yan binada kaleyle alakalı bir video gösterimi için beni beklediklerini söylemeye geldiler. Kasiyere yaklaştım ve elimdekileri oraya bırakıp sonra ödemeye gelip gelemeyeceğimi sordum. Bana aynen şöyle dedi:” Önemli değil, alın poşete koyalım alın götürün, film bitince gelir ödersiniz”. Duyduklarıma inanamadım! Elimde 3 torba hediyelik eşya ile dükkandan ödemeden çıktım ve yarım saat sonra da dükkana geri gelip ödememi yaptım ! Zihniyet farkını anlayabiliyor musunuz? Onları ödemeden alıp kaçacağımı dahi düşünmüyorlar çünkü İskoçya’da kimse bunu yapmaz.
Sonra 5 göl ve 3 nehrin olduğu ve
İskoçya’nın en çok fotoğraf çekilen The Grat Glen bölgesinin doğa manzaralarına tanık olduk. Ardından İskoçyalı (Highlander) filmiyle çok meşhur olan Eilean Donan kale ve şatosuna geçtik. http://www.eileandonancastle.com/
Sonraki güzergahlarımız Skye kasabası, Cullin Dağları, Balıkçı köyü
Mallaig, Gleinfinnan ve Harry Potter
filmin bazı bölümlerin çekildiği mekanlar,
21 kemerli tren yolu viyadüğü, tarihi Fort William ve Glensoe kasabaları,
Batı İskoçya sahilinde yer alan Oban kasabası, Trossachs Ulusal Parkından
geçerek Bonnie Banks ve Loch Lomond
gölü, İskoçya tarihi boyunca İngiliz hanedanlara karşı en büyük savaşların
gerçekleştiği Stirling bölgesindeki Stirling kale ve şatosu ile “Da Vinci’nin
Şifresi” filminin son sahnesinden hatırlayacağınız Rosslyn Chapel’ine gittik.
Şapel, Norman
şövalyelerinden soylu bir aile olan Sinclair ailesinden William Sinclair
tarafından 15.yy ortalarında inşa edilmiştir. İçerisinde filmden de hatırlayacağınız
gibi her taşın, her çizginin, her şeklin çok derin sembol ve anlamları vardır. http://www.rosslynchapel.org.uk/

İskoçya Masonluğun doğduğu yer olarak bilinir ve
İskoç vatandaşlarını çoğu masondur. Bu nedenle taş işçiliği çok önemlidir ve bu
nedenle de tüm yapıları taştan ve eskidir. İskoçya’daki mezarlıklarda
masonların mezarları diğerlerine göre ters tarafa bakar ve üzerinde masonluğa
dair derecesini gösteren işaretler bulunur.

Film ile alakalı sorular sordum ve filmde bahsedilen William Wallace’ın savaşmaya karar vermesine neden olan aşk hikayesinin gerçekte olmadığını ve de filmde William’a ihanet eder görünen Robert The Bruce’un aslında ihanet etmeyip hep Wallace’ı desteklediğini, birlikte savaştığını belirttiler.
Filmde bu detayların farklı olmasından İskoçlar rahatsız değil, tam tersi film sayesinde kahramanlarını dünya tanıdığı için mutlular. Yani Türkiye’de Fetih filmine getirilen eleştiriler gibi şeyler olmuyor bu ülkede. http://www.stirlingcastle.gov.uk/

Şu an hangi şehir olduğunu hatırlamıyorum ama sanırım Oban’de Topkapı adlı bir Türk restoranına rastladık ve elbette hemen konuşmak için içeri girdik. Buranın sahibi olan Türk yaklaşık 40 yıl önce buraya gelmiş ve hayatından çok memnun. Aklıma kazınan şu cümleleri söyledi bize: “Asıl vatansever İskoçlar, Türkler değil. Biz vatanımızı sevmiyoruz. Gerçek vatan sevgisi nasıl bir şey, Türkler’in gelip İskoçları görmesi lazım…”
İskoçya gezisi anlatmakla bitmez ancak sadece önemli
noktaları anlatmakla yetindim, gezdiğim her yerle alakalı detaylı bilgi
veremedim. Tarih, doğa, farklı kültür arıyorsanız kesinlikle kaçırmayın derim. Benim
için rüya gibiydi, tekrar gitmek için sabırsızlanıyorum…
(Özel not: Özel tur rehberimiz süper insan Emre Özkurt ve yarı İskoç yarı İtalyan ve aynı zamanda Kraliyet Orkestrası Müzik profesörü olup da boş zamanlarında özel grup gezdiren Alberto Massimo 'ya da sonsuz teşekkürler.)
Son olarak, orjinal William Wallace:
(Özel not: Özel tur rehberimiz süper insan Emre Özkurt ve yarı İskoç yarı İtalyan ve aynı zamanda Kraliyet Orkestrası Müzik profesörü olup da boş zamanlarında özel grup gezdiren Alberto Massimo 'ya da sonsuz teşekkürler.)
Son olarak, orjinal William Wallace:
2 yorum:
Sanki bende rüya gördüm; Allahım cennet gibi yerler ya. Okumuştum ama, görmek eminim bir başkadır. Okuyunca abartı olduğunu düşünmüştüm, ama çok güzel yerler gerçekten. Çok, çok şanslısın, umarım bir gün bana da nasip olur. Kıskandım gerçekten, görsel şölen ve inceden aydınlatım için teşekkürler.
merhaba www.ilgilihersey.com sitesinin sahibiyim amacım blogspot kullanıcılarının kazancını artırmak ve bunu tek başıma yapabilmem mümkün değil. ister tek tek içerik gönderin ister blogunuzu olduğu gibi aktarın adsense reklam kodunuzu içeriklerinizin altına kopyalayın kazancınız yine sizin olsun.. tabii bunun olabilmesi için gmail hesabınızın olması gerekiyor ve size göndereceğimiz davetiyeyi onayladığınızda kumanda paneline kolaylıkla ulaşacaksınız.. lütfen iyi düşünün çok daha ciddi kazançlar elde edebiliriz... saygılarımla
Yorum Gönder