16 Temmuz 2008 Çarşamba

En Kötü Kabusumuz: Afazi

Toplumumuzun en büyük sorunlarından biri olarak gördüğüm afazi konusuyla ilgili yazılmış aşağıdaki güzel yazıyı sizlerle paylaşmamak olmazdı:
-------------------------------------------------------------------------------
En Kötü Kabusumuz: Toplumsal Sözyitimi (Afazi)
[ Dr. Sinan Canan ] (Başkent Ünv. Öğretim Görevlisi) 'ın yazısı:

“Ne demek istediğinizi bir türlü anlatamıyor musunuz? Kimse dilinizden anlamıyor gibi mi hissediyorsunuz? Tartışmalarınız hep sonuçsuzluğa mahkum mu oluyor? En basit konular bile kavga vesilesi mi oluyor? Etrafınızda konuşan herkes size ahmakmış gibi mi geliyor?

“Celbedilmiş Toplumsal Sözyitimi (induced social aphasia)”, çoktan teşhisi konmuş olan ve bilinçli olarak pek fazla bilinmese de, günlük yaşamımızı derinden etkileyen bir toplumsal hastalığın adı.
Sözyitimi (aphasia/afazi: latince; a-olumsuzluk eki; phasis: konuşma) aslında tıbbi bir terimdir: İnsan beynini diğer canlılardan büyük oranda ayıran en önemli özelliklerden birisi olan “lisan” özelliğinin bozukluklarını tanımlamakta kullanılan genel bir terim.
Beyin kabuğumuzda, adına “lisan” dediğimiz bu karmaşık mekanizmayı yürüten bir takım merkezler bulunur. Bu merkezler, görme ve işitme duyuları başta olmak üzere, duyusal yollardan algılanan verilerden yola çıkarak, kelimeleri algılama, anlamlarını kavrama, uygun anlamlı kelime dizileri üretme ve bunları konuşarak ifade etme şeklinde özetlenebilecek bir takım karmaşık süreçleri yönetirler. Tam mekanizması halen açıklığa kavuşturulamamış bu karmaşık süreçler sayesinde, “konuşma” ve “anlama” dediğimiz işlemler gerçekleştirilir. Eğer bu beyin bölgelerinden bir ya da bir kaç tanesi (yaralanma, damar tıkanması, beyin kanaması gibi) çeşitli nedenlerle hasara uğrarsa, hasar gören bölgenin işlevine göre özel bir sözyitimi tablosu ortaya çıkar. Bu konu, tıbbi pratikte oldukça önemli olup, bir çok farklı hastalık tipini içermektedir.

Burada bahsedeceğimiz (ve yazının geri kalanında ‘C.T.S.’ olarak kısaltacağım) Celbedilmiş Toplumsal Sözyitimi ise, organik bir rahatsızlığa/yaralanmaya/hasara bağlı olmayan; organik açıdan tamamen sağlıklı beyinlerde de görülebilen ve nisbeten yeni tanımlanmaya başlanan bir sözyitimi tipidir. Teşhisi ve tanımı –benim bildiğim kadarıyla- geniş anlamda ilk defa yazar Alev Alatlı tarafından yapılan C.T.S.’de sorun, iletişimde kullanılan kelimelerin anlamlarındaki muğlaklıktır. Kelimeler, kullanan kişiler tarafından farklı anlamlarda kullanıldıklarında veya farklı bağlamlara göre farklı anlamlar yüklendiklerinde, ortaya iletişimi engelleyen özel bir sözyitimi tipi çıkmaktadır.
Görünen o ki, bu toplumsal “hastalık” günümüzde yaşadığımız bir çok kavramsal sorunun da temelini oluşturmaktadır.

C.T.S.’nin Belirtileri
C.T.S., aslında belirtileriyle uzunca bir süredir gündemimizde olan bir toplumsal sorun. Televizyonlardaki tartışma porgramlarından, köşe yazarlarının ele aldıkları konuları değerlendirmelerine; arkadaş sohbetlerimizden, uluslararası ilişkilerdeki söylemlerimize kadar bir çok yerde C.T.S. sıkıntıları ile karşılaşıyoruz. Bir çok kavram ve terim, net tanım veya tarifleri yapılamadığı (yahut kasıtlı olarak net bir biçimde tanımı yapılmaktan kaçınıldığı) için, en basit konularda bile kavga nedeni haline getirilebiliyor. Canlı örneklerini, “laiklik”, “milliyetçilik”, “sosyalistlik”, “irtica”, “vatanseverlik” gibi popüler kavramlara yüklenen binbir farklı anlamı kavramaya çalışırken hepimiz yaşıyoruz zaten.
Kimine göre insanları ayırmaksızın vatanını ve vatandaşını sevmek milliyetçilik iken; kimine göre aynı terim, sadece “belli bir kafatası çapına sahip insanların yaşadığı topluluğu ve bu topluluğun paylaştığı coğrafi alanı” sevmek anlamında kullanılabiliyor. Kimine göre başını örtmek “gericilik” iken, kimine göre de, baştaki bezle uğraşmak “gericilik” olarak nitelendirilebiliyor. Birisi kendi görüşünü “tek çağdaş yaklaşım” olarak sunarken, bir diğeri onu ”çağdışılık” ile suçlayabiliyor!
Teşhisi yapan yazar Alev Alatlı, konu hakkında şunları söylüyor: “Ben buna toplumsal afazi diyorum. Çünkü kimsenin başına taş düşmedi, ama Türkiye insanlarının tıpkı travma geçirmiş afazi hastaları gibi, söylenenleri söylendiği biçimde anlamadıkları, ağızlarından çıkanı formüle edemedikleri, söylemek istediklerini istedikleri gibi söyleyemedikleri bir duruma itilmiş olduklarını düşünüyorum, görüyorum”

C.T.S.’nin Muhtemel Nedenleri ve Sonuçları
Geçtiğimiz yüzyıl, dünyada çok büyük değişimlerin yaşandığı bir yüzyıl oldu. Türk insanının yaşadığı değişim ise bunun da fevkinde idi; zira o, yaşlı bir imparatorluğun yıkılışına ve genç bir Cumhuriyet’in kuruluşuna aktif bir katılımcı olarak şahitlik etti. Hele 1950’lerden sonra köyden kente göçüşteki aşırı artış ve insanların karşılaştıkları temel değer değişiklikleri, kemale erdirilemeyen bir eğitim sistemi ile de birleşerek, insanların kafalarını iyiden iyiye karıştırdı. Enflasyon da şaşkına çevirdi Türk insanını: Bir ömür içinde kuruşlar, liralar, milyarlar, trilyonlar.. hepsi birlikte değerlendirilmek, kullanılmak zorundaydı. Bir zamanlar ayıpladığımız kavramlar, hayat felsefesi olarak takdim edildi: Komşusu açken tok uyuyamayan insanlar “kapitalist” ve “liberal” olmaya itildiler. Büyük bir imparatorluğu kaybetmenin doğal travması olan “sıradanlaşma hissi” aşılamadı. Hamasi düşünce kalıpları ve slogansı fikirler geçer akçe hale gelmeye başladı. “Bilgi toplumu” olma yolunda hiç bir ciddi politika üretilemedi. Bir de buna, sürekli “asli hedef” gibi takdim edilen “yabancı lisanla eğitim” ve batı karşısındaki geri kalmışlık komplekslerini de ekleyelim...

Nedenler muhtelif; fakat neticede, insanların birbirleriyle iletişimde kullandıkları en önemli araç olan lisanın temel elementleri olan kelimeler, anlamlarını yitirmeye başladılar. Anlamlarını bilmediğimiz kelimelerle konuşuyor, karşımızdakinin söylediğini ancak kendi tanımlarımızla anlayabiliyoruz.

C.T.S. ve bundan kaynaklanan sorunlar, beynimizdeki anlamlandırma mekanizmasında ciddi bir bozulmaya işaret etmektedir. Beyninizde herhangi bir terimin net bir tanımı bulunmuyorsa; veya sizin tanımınız, diğer beyinlerdekilerden ciddi farklılıklar gösteriyorsa, bu durumda C.T.S. mağduru olmanız işten bile değil.

Meselenin boyutları ise, sanıldığından çok daha ciddi. Üstesinden gelmek üzere çaba gösterilmediği sürece C.T.S., sonraki nesillerin, sadece kendilerine dikte edilene inanacakları, kendi düşüncelerini üretemeyecekleri ve hür düşünce diye bir kavramın artık anlaşılmaz bir “lüks” olacağı bir ortamda yetişmeye mahkum olabilirler. Zira lisanımız, dünyayı anlamlandırmakta kullandığımız en önemli araçtır ve kelimeler anlamını yitirdiğinde, yavaş yavaş her şeyin anlamı da silinmeye başlayacaktır.

C.T.S.’den Korunma Yolları?
Toplumsal sözyitiminin etkilerini bir anda ortadan kaldıracak sihirli bir formül henüz ne yazık ki yok. Zira C.T.S.’nin kendisi de gökten zembille inen bir sorun değil. Fakat sorunu teşhis edip, nedenleri üzerinde düşünerek bazı çıkış yolları önerilebilir.

En önemli kalkan, belli ki ‘bilgilenmek’tir. Gerekli olan bilgi ise, C.T.S.’nin bize yasakladığı, anlamamızı engellediği alanlardan alınacak bilgidir: Kelimelerin anlamları, kökenleri, kültürümüzdeki karşılıkları, olabildiğince belirgin tanımlamaları ve anlam sınırları..., gibi. Bu amaçla gerekirse, sözgelimi, ayrıntılı ve dinamik bir kavramlar sözlüğü dahi hazırlanabilir. İhtilaf konusu terimler başta olmak üzere, farklı kesimlerden uzmanların mutabakatıyla, kelimelerin olası tüm anlamlarını içermeyi amaçlayacak böyle bir proje, önemli bir başvuru kaynağı ortaya çıkarabilir. Böyle bir başvuru omurgası ise, bir nevi “iletişimin anayasası” gibi kullanılarak, ihtilafların ve C.T.S.’nin önüne büyük oranda geçilebilir.

İkinci, ama belki de daha önemli bir yol, her konuda fikir beyan etmenin “ayıp” olduğunun sıklıkla hatırlanması ve bunun eğitiminin programlı bir şekilde yeni nesillere verilmesidir. Konuşan, konuştuğu konudaki konu ve konuyla ilgili birikimi hakkında bilgi sahibi olmalı, yani, kendinin farkında olmalıdır (ilmin temeli nedir ki zaten?). Tartışılacak konular öncelikle uzmanları tarafından masaya yatırılmalı ve yine uzmanlarca belirlenen bir tartışma çerçevesi içinde, makul ve olası tüm anlamlarıyla irdelenmelidir. Herkesin bilim adamı, herkesin bilim felsefecisi, herkesin din alimi, herkesin futbol yorumcusu olduğu bir toplumda, “gerçekten uzman aydın” bulma imkanımız gittikçe azalacaktır (ve azalıyor). Meydan gün geçtikçe, kıymeti kendinden menkul akülü aydınlara kalacaktır. Dolayısıyla artık, anlamsız kelimelerin havada uçuştuğu bir “sözyitimsel kakofoni” ortama hakim hale gelecektir (tanıdık geliyor mu?).

En sonuncu ve belki de en önemli yol ise, lisan dediğimiz aracın tabiatını anlamaktan geçer. Kullandığımız tanım ve kelimeler genelde tek bir anlama gelmez. Tek doğru anlamı bizim bildiğimiz anlamı olmayabilir; ve genellikle de durum budur. Koşullara, bağlamlara ve kişilere göre, aynı kelimeler, farklı anlam bulutlarını ifade etmek için kullanılabilirler. Bunu bildiğiniz takdirde, kelimeler üzerinde kopan kavgalardan fayda ummanın da ne kadar beyhude bir beklenti olacağı kendiliğinden ortaya çıkar. Tanım aralığı belirlenemeyen kavramlar üzerinde tartışmak, E. F. Schumacher’in “ıraksayan sorunlar” diye nitelendirdiği sorunlar kapsamına girer ve çözüm kümeleri “sonsuz”dur. İkili “ya o/ya bu” mantığı çoğu zaman bu sorunların çözümünde yetersiz kalmaktadır (ya gericisin, ya da ilerici... neye göre?). Yeni bir araç olarak “hem/hem de” yaklaşımının, yani “saçaklı mantığın (fuzzy logic)” kullanılması, bir dereceye kadar da olsa, yeni bir düşünce yolu açması bakımından fayda sağlayabilir.

Buraya kadar, aklımızı ve iletişim yeteneklerimizi büyük oranda iğdiş eden önemli bir toplumsal soruna dikkat çekmeye çalıştım. Sorun gerçekten büyüktür ve bütün boyutlarını bu hacim içerisinde irdelemek de imkan dışıdır. Fakat düşündüğümüz takdirde her birimiz, kendi fikir yaşamımızda bu “sendrom”un sıkıntısını az yahut çok çekmekteyiz. Dolayısıyla bu konu, üzerinde ciddi olarak kafa yormayı gerektiren ve acil çözüm isteyen bir sorun olarak karşımızda duruyor.

Kelimeler, düşünme birimlerimiz; anlamları ise düşüncelerimizin ta kendileri. Onlar olmazsa, ‘biz’ diye bir şey kalır mı acaba?

Bence bu, üzerinde düşünmeye değer bir konu...

Ek Okumalar
Alev Alatlı ile konuya ilişkin yapılan mülakatlardan;
http://www.radikal.com.tr/2000/03/14/insan/tu.shtml
Alev Alatlı “Schrödinger’in Kedisi: Kabus” (roman) Boyut Yayınları, 1999.
E.F. Schumacher, “Aklı Karışıklar İçin Kılavuz”, İz Yayıncılık, 1999.
http://onarimcilar.net/
http://www.alevalatli.com/

3 yorum:

Rüyacı dedi ki...

Uh okudukça bende C.T.S olduğuna emin oldum iyice. Hayır ben cumartesi olmak istiyorum dediysemde. Beyin haşlanmış bir kere. Bittim ben..

Arzu dedi ki...

:-))) Hepimiz öyle :-) Önemli olan teşhisi koymak, bu da bir başlangıç bizler için :-)

Adsız dedi ki...

Anaa...durugörürde burada...

afizililier derneği başkanı:artificial