13 Temmuz 2008 Pazar

Bir yastıkta kocayın...

Bir yastıkta kocayın...
Yeni evlenen çiftlere temenni olarak söylediğimiz, alışagelmiş bir sözdür “Bir yastıkta kocayın”... Günümüzün boşanma oranları göz önüne alındığında, gerçekten de bu sözün temenni bazında kaldığı su götürmez bir gerçek olarak görünüyor.

Henüz hem yaşam alanlarında hem de düşüncelerde modernizme ayak basmadığımız eski yıllara biraz göz atalım... Teknoloji ve modern çağın gerekleri, bizi her ne kadar muasır medeniyetler seviyesine götürse de, bizden çok şeyler alıp götürdü. Neleri alıp götürdüğünü görmek için de ancak üzerinde düşünmek gerekiyor. Çünkü bazı şeyler, üzerinde düşünmeden kendiliğinden anlaşılmıyor.

Henüz anne ve babalarımızın arasında sözü geçmeyen ama sessiz bir şekilde yaşanan bir saygı mevcuttu. O zaman nedense kadın-erkek haklarını pek de sorgulamıyorduk. Çocuktuk, bazı şeyler görüyorduk ama gördüğümüz şeyleri de yadırgamıyorduk. Henüz kafamızda “bireysellik” adı altında bir algı alanı oluşmamıştı diyelim. Herkes tuhaf bir şekilde kendi yazgısına sessizce boyun eğmiş; saygıyla yaşıyordu. Anne ve babalarımızın odası kutsaldı, öyle pek fazla içinde veya etrafında dolaşamazdık. O zamanlar anne-baba yataklarında bir tane uzun yastık vardı ve ebeveynlerimiz gerçekten de tek yastıkta yatardı. Bu durumda bir yastıkta kocamak da kaçınılmaz oluyordu şekilsel olarak da...

Zaman geçti, yıllar yerini yenilerine bıraktı. Artık herşey sorgulanmaya başladı, bireysellik akımı çığ gibi büyümeye başladı. Kafamızda artık, eskiden hiç olmayan düşünceler vardı. Her şeyde bir nedensellik arar, herşeyi kurcalar olmuştuk. Bu arada bu düşünce akımı elbette şekilsel olarak da hayatımızı etkilemeye başladı. Artık yataklarımızda iki adet yastık yanyana durmaya başlamıştı. Bir yastıkta kocamak deyimi, artık neredeyse gerçekten hoş bir temenni olarak kalmaya başladı. Çünkü biz anne ve babalarımız gibi değildik, haklarımızı kolay kolay kimselere yedirmezdik. Ve boşanma oranları giderek artmaya, o çok övündüğümüz temel aile yapısı kökten sarsılmaya başladı...

Eğitimin en temelinin verildiği, örnek alındığı aile ortamının çöküşü, elbette gelecek nesillerin de sağlıklı yetişmesinin önünde büyük bir engel teşkil ediyor. Ülkemizin kanayan yaralarından biri olarak görünen bu sorunun çözümü için ise hiçbir şey yapabilecek gibi görünmüyoruz.
Neden mi? Çünkü biz değiştik. Gelişmişlik yolunda giderken, genelde sapla samanı birbirine karıştırarak büyüdük. Hep arada kaldık. Arkamızda sıkı geleneksel tabu kurallar, önümüzde çiçek çocuk ideolojileri; arayı bulmak hep bize kaldı. Kadınlar, yüzyıllardır ezilmenin verdiği hırsla, önüne gelen her fırsatı abarta abarta doyasıya yaşamaya başladı. Erkekler, ezikleşti, feminenleşti. Artık ne “erkek gibi erkek” lere, ne de “kadın gibi kadın” lara sık rastlanabiliyor. Hatta onu bırakın, “genç kız gibi genç kız” lara bile rastlamak, samanlıkta iğne aramak gibi birşey. Çünkü genç kızlarımız televizyonda gördükleri reşit olmamış genç yıldızlara özenircesine, kendi yaşlarından on yaş büyük bir görüntüde kırıta kırıta dolaşıyorlar.

Bireysellik kavramının içi iyice boşaltılarak, gün geçtikçe “bencillik” ile aynı anlama gelmeye başladı. Yani herşeyde “önce ben”, sonra diğerleri. Oysa bireysellik kavramında herkesin evrende kendine ait yeri doldurduğunu ve bu düzende bir bütünün parçaları olduğumuzu görmemiz neden bu kadar zor anlayamıyorum. “Fedakarlık” ile “taviz” arasındaki nüansı anlayamadığımız sürece, birlikte yaşamayı becermemiz çok zor. Evrendeki mikrokozmos-makrokozmos eşitliğini gözönüne alırsak, o zaman aile kavramı da evrendeki birliğin küçük bir modelini oluşturmalı. Fakat biz aile olmayı bile beceremezken, evrende birliği nasıl sağlayabiliriz ki?

Kadın ve erkek eşitliği, biraz da evrensel gerçekler unutularak yürüdü gitti. Aslında bazı şeylerin gerçekleri için doğaya bakmamız, izlememiz yeterli değil midir? Doğada inanılmaz bir düzen, şaşırtıcı bir “ying-yang” ilişkisi bulunuyor. Ying-yang işaretinde, gece ve gündüz gibi iki taraf da birbirini tamamlamakla beraber, her ikisinin içinde de bir diğerinden bir parça bulunuyor.
Bu anlamda kadın ve erkek için de aynı şeyden sözetmek mümkün. Kadın ve erkek için “ eşit” yerine, “ denk” kelimesini kullanmak daha doğru. İkisi de aynıdır ama dünyadaki işlevleri farklıdır, birbirini tamamlarlar. Bazı ağır işlerde, fiziksel yapı olarak daha narin olan kadınlar yerine, elbette yapı olarak güçlü erkeklerin görev almasında yadırganacak birşey yok ve olmamalı.

Biz kadınlar olarak, herşeyi yapabilecek gücün içimizde olduğu bilinciyle, bazı işlerde erkeklerin de kendi erkekliklerini yaşayabilmelerine fırsat tanımalıyız. Eğer gerekirse herşeyi yapabiliriz ama altını çizmek istiyorum; eğer gerekirse... Kadınlar erkekleri sindirerek, feminenleştirerek, etkisiz hale getirdikten sonra, artık karşısında bir erkek göremediği için ayrılılıyor ve bir başkasına gidiyor. Eskilerden kalma “Yuvayı dişi kuş yapar” sözünü yine hatırlamamız gerekiyor. Bizler kadınız, aileyi bir arada tutabiliriz, bu güç bizde bulunuyor. Bunu yaparken kendi bireyselliğimizi yaşamamızda da bir sorun yok. Halil Cibran’ın dediği gibi, nasıl ki bir tapınağı taşıyan sütunlar birbirinden ayrı duruyor ama aynı tapınağı taşıyorlarsa; ilişkilerde bireylerin konumu da bu şekilde olmalı.

Günümüz kadınları büyük polemikler yaşıyor. Reklamlarla pompalanan “Çocuk da yaparım, kariyer de “ sözcükleriyle şekillenen bilinçler, maalesef ikisini bir arada yapamıyor. Çünkü çocuklarını onlar değil, bakıcılar yetiştiriyor. Yani aslında kadınlar bu noktada doğurmak ve ihtiyaçlarını almak dışında, çocuk yetiştirmiyorlar.

Bunun yanısıra, kariyer sahibi birçok kadın, zengin bir koca bulup evlenmek ve artık çalışmamak hayaliyle yanıp tutuşuyor. Bu sözcükleri, kariyerlerinin en tepesindeki kadınlardan bile çok rahatça duyabiliyoruz. Bir taraftan erkeklerden sürekli nezaket bekliyorlar, diğer taraftan ise birçok nezaket hareketini hakaret olarak algılıyorlar. Günümüzde kadınlar, artık kendine ait evrensel işlevleri unutmuş gibi görünüyor.

Bir yastıkta kocayan çiftler görmek istiyorum artık etrafımda. En ufak bir sorunda bile pes ederek, nasılsa dünyada sonsuz alternatifler olduğunu düşünen insanlar değil...Evliliklerimize bir şans daha tanımayı; karşımızdakinin farklı yapıda başka bir insan olduğunu farkederek, arada ortak noktalar bulmayı ve en önemlisi birlikte yaşamı öğrenmemiz gerekiyor.

Bu anlamda sizlere “ Bir yastıkta kocayın.” dileğinden başka bir şeyle bu yazıyı bitirmeyi düşünemiyorum bile... Herşeyin düzelmesi için, illa yastıklarımızın yeniden tek parça haline mi gelmesi gerekiyor?

Yazar : Arzu Kaner ( Izinsiz kullanılamaz )

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Katılıyorum..Yanlış çok gören yok.
Menfaatler herşeyin üstünde..ne yazıkki.
http://derin-vadi.blogspot.com/