14 Temmuz 2008 Pazartesi

Dualite ?

Dualite, adı üzerinde olmak üzere, herşeyin dual olması yani zıt çift olmasıdır. Mesela ruh ve beden, gece ve gündüz, aydınlık ve karanlık, kadın ve erkek, melek ve şeytan gibi. Aslında ilahi planda dualite diye birşey yoktur fakat herşey maddi plana inince dualleşir. İnsanların birşeyi anlamak veya değer biçmek için dual düşünme şekline ihtiyacı vardır. Yoksa kendi kapasiteleri itibariyle dual olmayan şeyleri anlayamazlar. Mesela kötü olmasa, iyiyi tanımlayamazlar, insani mantık bu şekilde çalışır (kama manas). Fakat ulaşılması gereken şey, bu ikisini aynı kapta eriterek, ikisinin bir olduğu noktaya ulaşabilmektir.

Dualite dünyaya indi ve insanların kafası karıştı. Aslında dünya bir dualiteydi, ruh maddeselleşti ve kendi içinden bir yaratım çıkardı. İyi ve kötü doğdu, karanlık ve aydınlık doğdu, kadın ve erkek oldu. Melek ve şeytan ele ele vermeden dualite bitmeyecek. Bu, insanların işine gelmeyecek çünkü kendilerini çırılçıplak bulacaklar. Ne meleğe sırtlarını dayayabilecekler; ne de şeytanı lanetleyerek kendi davranışlarını anlamlandırarak yandaş bulabilecekler. Çünkü onlar asla bir birey olamayacaklar, koşullardan bağımsız olamayacaklar; hep karşılaştıracak bir şey arayacaklar; ancak o şekilde kendilerini tanımlayabilecekler. O zamana dek ise; ya meleğin ya da şeytanın kölesi olarak yaşayacaklar; gerçeğe ulaşmak için ikisini el ele tutuşturmaları gerektiğini bilmeden...

İşte o zamana kadar, kayıp bir ruh olarak dolaşmaya devam edeceğim. Çünkü ancak bütünü gördüğümde bir anlam kazanabileceğim. Uzak diyarlar çekecek beni, insanlardan kaçacağım. Yollarda bilenmek isteyeceğim. Bazen sadece savaşmak gerekir, zafer belki de öyle büyük bir şey değildir. Zafer sadece bir andır ve kazanılana kadar yaşanılan şeylerle anlam kazanır. Bazen kazanmak aslında kaybetmektir; ya da kaybetmek gerçek kazanıştır. Zaferin ne olduğunu, nasıl olacağını düşünmeyeceğim; olabildiğince yaşamaya ve yazgımı gerçekleştirmeye çalışacağım. Benim gibi olanlar çekecek beni; oysa belki de cevaplar benim gibi olmayanlarda yatacak. Fakat benim gibiler benzerlerini ararlar; belki de sadece benzer olmayanlara katlanabilmek için güç toplayabilmek amacıyla. Ya da bir yazarın dediği gibi “Ancak bir benzerim öldürebilir beni” mantığıyla... O zamana dek; tam bir özgürlük olmayacak diğerlerinden farkımız; sadece kölesi olacağımız şeyleri seçebilme özgürlüğümüz olacak bizlerin... Farkındalıklar acı verecek, bu acılar başka şeylere ve yaratıma yönlendirilecek. Ve yaratımın aslında salt mutluluk değil, neden acıdan kaynaklandığını düşünüp duracağız. Acı çeken, kafası karışık çocuklar olacağız biz. Ve acının da nasıl yaşanması gerektiğini bildiğimiz için kendimizle gurur duyacağız. Çok sıkılacağız ama sıkıntının zeka belirtisi olduğunun da farkında olacağız. Kendi özgürlüğümüzün kölesi olacağız. Biz, kafamızı kaldırıp güneşin ışıklarının yüzümüzü yalamasına izin vereceğiz ama güneşin nasıl bir şey olduğunu bilemeyeceğiz...Ateş böcekleri ateşin etrafında dönerler ama ateşin ne olduğunu hiçbiri gerçek olarak bilemez. Ateşin ne olduğunu bilen ateşböceği, ateşin içine atlayandır ve kül olup ateşe dönüşendir ki; o da artık anlatamaz...

Nazım'ın dediği gibi:

“Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa,
balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle,
balığıyla, yosunuyla...

Yazar: Arzu Kaner ( Izinsiz kullanilamaz )

Hiç yorum yok: