13 Temmuz 2008 Pazar

Haydi Düz Uçuşla Başlayalım!

Martı Jonathan Livingston. Onu hepimiz Richard Bach’in “Martı” adlı romanından tanırız, hayatımızın bir döneminde mutlaka onunla karşılaşmışızdır. Kimi için okuduğu kitaplardan sadece biridir ve kendisini keşfetme isteği ile birlikte raftaki yerini çoktan almıştır bile. Oysa öyküdeki martı, her türlü koşula rağmen kendisini aşmayı, kendi sınırlarını zorlamayı denemektedir, yani hayalini gerçeğe dönüştürmek için iradesini koymuş ve adımını atmıştır. Biz bu öyküde, bir martının gözüyle, onun hayatının ayrıntılarında ve bir kuşun sıradan yaşamında kendimizi incelemekteyiz. Sadece bir kuşun gözünden anlatılsa bile, aslında herşey ortaya dökülmüştür. Yani yasa aslında bu kadar basittir, bunu anlamak için parçalara bölen biziz.

Martı Jonathan Livingston, sıradışı ( !) bir kuştur ve diğer martılar gibi sırf yiyecek bulmak, balıkçıların artıklarıyla yetinmek, sonra sahile dönmek ve daha uzun yaşayabilmek için uçmaz. Bir ideali vardır ve uçmayı büyük bir tutkuyla sevmektedir. Çok fazla deneme yapmakta ve başarısız olduğunda ise umutsuzluğa düşmektedir. Zaten ailesi de, diğer martılar da onu eleştirmekte ve diğerlerden farklı olduğu için sürekli kınamaktadırlar. O da zaman zaman ümitsizliğe kapılır ve kendi kendine şöyle der: “Ben bir martıyım ve doğamla sınırlıyım. Eğer uçuş hakkında daha çok şey öğrenmem gerekseydi, beyin yerine uçuş haritalarım olurdu. Daha hızlı uçabilmem içinse bir şahininki kadar kısa kanatlarım olmalıydı ve ben balık yerine fareyle beslenmeliydim. Babam haklı. Tüm bu saçmalıkları unutmalıyım. Sürüme geri dönmeli, neysem o olmalı, sınırları belli zavallı bir martı olarak kalmalıyım.”. Sürü içinde sıradan bir martı olmaya karar vermesi, onun kendini daha iyi hissetmesine neden olur. Artık onu öğrenmeye iten gücü umursamayacak, doğasına meydan okumayacak ve dolayısıyla başarısızlığa uğramaktan korkmayacaktır.

Jonathan’in bu ikilemleri, kendi sınırlarını aşmayı isteyen ama bir türlü koşullar nedeniyle bunu başaramayanların alışılmış hikayesidir aslında. Hep birşeyler yapmak isteriz ama bunun için ortaya yeterli irade koyamamamızdan ötürü bir türlü harekete geçemeyiz. Peki bizi engelleyen şeyler nedir? Gerçekten koşullar mı? Yani çevremiz, işimizin yoğunluğu, zamanımızın kısıtlı olması, arkadaşlarımız ve ailemizin görüşleri mi yoksa sadece kendi düşüncelerimiz mi? Ya da başarısızlıktan korkmamız mı? Dünya tarihinde ideallerini gerçekleştirmiş sayısız insan vardır ve yaptıkları tek şey kendi güçlerine inanarak, başarısızlıktan korkmadan, her yaşadığı hata ve denemeden tecrübeyle çıkarak, sürekli ilerlemektir. Hepimiz aynı Tanrısal özü taşıyoruz ve bu güç hepimizin içinde var. Tek ihtiyacımız olan şey, “Yaparım” demek değil, hemen harekete geçmek. Herşey denendiği taktirde gerçektir. O veya bu durumda ne şekilde davranacağımızı söylemek gerçek değildir. Aslolan eylemdir.

Hayatta seyirci kalmak geçici bir süre için kolay olandır. Ama eninde sonunda bu denemelerden geçmek zorundayız, bunu unutmaya çalışmak sadece ertelemeye ve başımıza gelecekleri daha da yoğunlaştırmaya yarayacaktır. Öyküde de Jonathan, kendi doğası ve sınırlarını kabul edip, sıradan yaşamaktan bahseder. Ama doğası bu değildir, sınırları da öyle. Her filozof gibi, merak içerisindedir. Aranan güç, dışarıda değildir, doğal olmayan birşey de değildir. Herkesteki Tanrısal öz nedeniyle aslında içimizde sadece uyandırılmayı beklemektedir. Bu nedenle korkusunu yenerek uçuş çalışmalarına yeniden başlar ve kanatlarını yapıştırarak uçmak suretiyle yüksek hızlara ulaşmayı başarır.

Yani Jonathan, kendini tanımaya, kendini keşfetmeye başlamıştır. İlk başta kendi kişiliğindeki yüklerden kurtulur. Çünkü kısa kanatlarla daha hızlı uçabilir. Evet kanatlar görünüşte kısadır ama onu daha büyük hızlara çıkarır. Bizler de kişiliğimizdeki yüklerden yani kıskançlık, bencillik gibi kötü huylardan kurtulduğumuzda, gerçekten bilgelik yolunda hızımız artacaktır.
Martı Jonathan, hızını yükselttikçe heyecana kapılır ve şöyle der: “Diğer martılar başardığım şeyleri duyduklarında zevkten çılgına dönecekler. Yaşamak için ne çok neden var!. Balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka nedenler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi, özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz !”

Öğrenmek ve kendini keşfetmek, insanı özgürleştirir. İnsan, kendini koyduğu kafesten kurtulur ve kendini tanımaya başlar. Kendini tanıyan, evreni de tanıyacaktır. Martımız burada cehaletinin farkına varmış ve öğrenme kapısına girmiştir. Fakat sandığı gibi hiç kimse onu hevesle beklememektedir. Aksine sürüden farklı davrandığı için Konsey onu cezalandırmış, tek başına olacağı başka bir yere sürme kararı almıştır. İnsanlar kendi yapmaya korktuğu şeyleri yapanlara, toplumdan farklı davrananlara karşı her zaman zalim olmuşlardır. Çünkü kendini tanımaya çalışmak zor bir yoldur ve insanın kendiyle yüzleşmesi, insanlığın büyük savaşıdır. Jonathan bu aşamada hala ödül beklentisiyle çalışmakta ve alkış aramaktadır. Fakat, sadece uçmak için uçması gerektiğinin farkına varması uzun zaman almayacaktır.

Jonathan sürüldüğü sarp kayalıklarda zamanını uçuş talimleri yaparak geçirir. Bu sırada iki tane parlak martı gelerek onu yukarılardaki evine götüreceklerini söylerler. Bu martılar da Jonathan gibi hızlıdırlar. Jonathan gücünün bu kadar olduğunu ve daha yükseğe çıkamayacağını söyler ama kuşlar onu ikna ederek götürürler. Öykünün ilk bölümü bu noktada biter. Jonathan daha fazlasını yapamayacağına inanmıştır, zaten çok iyi uçmaktadır. Ama bu kapasitesinin bir sınırı yoktur. Daha iyisini yapamayacağımız konusunda korkumuz olmamalıdır. Her aşama, daha büyük çalışma gerektirir ama elde edilecek olan iç güç, her seferinde daha da artar.
Jonathan, kuşların onu getirdiği yeni yerin cennet olduğunu düşünür, çünkü oradaki kuşlar da onun gibi, herşeyden çok sevdikleri uçma konusunda kendilerini aşmak ve mükemmele ulaşmak için çalışmaktadır. Daha gelir gelmez, Jonathan’in tüyleri parlaklaşır ve uçuş kapasitesi artar. Yeni yapısıyla yapabilecekleri daha fazladır, daha hızlanabilmektedir ama; burada eskisinden daha fazla öğrenilecek şey olduğununun farkına varır. Zamanı burada uçuş talimleri yaparak, diğer kuşlarla sessiz bir iletişim kurarak geçer. Dünyadaki anıları ise gittikçe silikleşir.

Bir gün burada neden bu kadar az martı olduğunu düşünür, çünkü dünyada binlercesi vardır. Ona martı Sullivan cevap verir: “Geldiğin yerde binlerce martı var, biliyorum. Bildiğim tek yanıt, senin milyonda bir rastlanan ender kuşlardan olduğun. Yola çıkanlarımızın çoğu yavaştı. Nereden geldiğimizi hemen unutup nereye gittiğimizi merak bile etmeden, günübirlik yaşayarak, çoğu kez biribirinin aynısı olan şeyi yaptık; bir dünyadan gelip diğerine gittik. Yemekten, birbirimizle mücadele etmekten, sürüye gücümüzü kanıtlamaya çalışmaktan daha başka yaşama nedenleri olduğunu öğrenmek için kaç yaşamdan geçmek zorunda kaldık, bir fikrin var mı Jonathan? Binlerce Jon, onbinlerce ! Ardından mükemmellik diye birşeyin varlığını fark edene kadar yüzlerce yaşam daha...Yaşama amacımızın mükemmeli bulma ve onu açığa çıkarma olduğunu anlamak için diğer yüzlercesi daha yaşandı. Şimdi de aynı kural geçerli, tabii ki diğer dünyayı bir öncesinde öğrendiklerimizle kurarız. Fakat hiçbirşey öğrenilmemişse, sonraki yaşam öncesinin aynısı olacaktır; aynı sınırlar ve kazanmak için yüklenilen aynı sıkıntılar. Fakat sen Jon, şu anki yaşamına ulaşabilmek için binlerce yaşamın peşinde koşmak zorunda kalmadın, herşeyi bir kerede öğrendin...”

Bizler de karmanın tekerleğinden kaçamayacağımızı ve hayatımızın kendi ellerimizin eseri olduğunu öğrenene kadar kimbilir kaç yaşam, kaç deneme daha geçireceğiz? Bunu bilmek yetmez, yaşamda uygulamak gerekir. Bilgi, sorumluluk demektir. Bir kişi, gerçeğin farkında olduğu halde buna gözlerini nasıl kapayabilir? Hiçkimse geçmişten getirdiklerini değiştiremez, ama şu an yaptıklarıyla ilerideki hayatını hazırlamaktadır. Bu nedenle yasanın farkında olan birinin, başına gelenlere üzülmemesi gerekir. Bu, bir çiçeği koparmak ve sonra öldüğü için üzülmekle aynı şeydir.Yasanın bir kuralı çiğnenmişse ve her denemede de ders alınmadan çiğnenmeye devam ediliyorsa, hatalarımızın bedelleri tokat gibi yüzümüze çarpacaktır. Ta ki biz hayatımızın iplerini elimize alana kadar. O zaman karşımızda doğal olarak kapılar açılacak ve doğaya uygun davranmamızdan dolayı, doğa da bizi kendi parçası olarak kabul edecek ve yardım elini uzatacaktır. Kapılar açıldığında ve ışık görüldüğünde ise, yeni şeyler öğrenmeye başlayacağız. Tanrı’yla bir olana kadar bu öğrenme devam edecektir. Varış noktası aynıdır, yollar farklı olabilir, tempomuz yavaş veya hızlı olabilir. Önemli olan öğrenilenlerin sindirilerek aynı oranda hayata geçirilmesidir.

Jonathan’a dönersek, burada yaşlı bir Hoca ile karşılaşır, adı Chiang’tır. O, sürünün en iyi uçan martısıdır. Jonathan ona burasının cennet olup olmadığını ve buradan sonra nereye gideceklerini sorar. Chiang ise şöyle der: “Cennet bir yer, bir mekan değildir, bir zaman dilimi değildir. Cennet öğrenmektir, mükemmelliktir. En iyi hıza ulaştığın an, cennete de ulaşmış olacaksın. Ve bu saatte bin mil, bir milyon mil hızla ya da ışık hızıyla uçmak anlamına gelmiyor. Çünkü rakamlar sınırları belirler, mükemmelin sınırları yoktur. Mükemmel hıza ulaşmak oğlum, orada olmak demektir.” Bunu söyler söylemez Chiang bir anda gözden kaybolur ve aynı anda kıyının karşısında belirir. Jonathan şaşırır ve bunu nasıl yaptığını sorar ve kendisine öğretmesini ister. Chiang kabul eder ve düşündüğü en son hızda herhangi bir yere uçabilmesi için, daha şimdiden oraya vardığını kabul etmesi gerektiğini söyler. Chiang’a göre bu işin kuralı, Jonathan’in kendisini bir metre kanat açıklığıyla sınırlı bir bedene sahip, rotası belirle
nmiş bir martı olarak görmemesidir. Kural; gerçek doğasını, bilinen tüm rakamların aştığı, zamanın ve mekanın ötesine geçtiği zaman yaşayabileceğini bilmesidir. Jonathan’in bunu anlaması ve hissetmesi uzun sürer ve bu sürede Hocası ile çalışır. Jonathan, Hoca’sından öğrenebileceği herşeyi öğrendikten sonra, Hocası Chiang onu artık kendi ayaklarının üzerine bırakır ve oradan ayrılır. Çünkü bundan sonrası onun kendi tecrübesi olmalıdır. Jonathan geçmişiyle olan bağlarını koparmış ve bedeninin ötesine geçebilmiştir.Fakat hala yapabileceği şeyler vardır.

Hiçbirimiz, sadece fiziksel bedenimiz değiliz. Ne yazık ki günlük hayatta kendilerini bedeninden ibaret sayan insanlar, bunca acıyla niçin karşılaştıklarına hala şaşıp kalmaktadırlar. Bizim bir Ruh’umuz da var ve geçici olarak da beden denilen kafeste barınmakta. Bedenimizi besleriz, ona iyi bakarız. Ama Ruhumuza aynı özeni göstermeyiz. Halbuki geçici bir şeye yatırım yapmaktayız, bedenimiz bizi terkedip gidecek. Ruhumuzu beslemeliyiz ve nereye ulaşacağımızı düşünmeden, fakat amacı da gözden kaçırmadan, sadece Gerçek için ve doğa için çalışmalıyız. Kendimizden kusurları temizledikçe, aslında cennetin ufak ışıltılarını görürüz. Bunları yapabilmek için de, evreni insanları ile birlikte bir bütün, yaşayan bir organizma olarak görmeli; içimizden her türlü karşıtlığı atmalıyız. İçimizde kalması gereken tek gerginlik; kişilikle birey arasında sürekli devam eden savaşın gerginliği olmalıdır.

Jonathan sevginin gerçek anlamını anlamaya başlamıştır. Sevgi, evrensel birşeydir, gerçeğe duyulan aşktır ve yasa için hizmet etmektir. Çünkü sevgi, diğerlerini de içine alır. Jonathan ışığı görmüştür ama mağaraya geri dönmesinin gerektiğini anlar. Başkalarının acılarını görerek, bilge bir kişinin mutlu olması mümkün değildir. Gerçeklere aşina oldukça, diğer insanlar için duyulan endişe daha da artacaktır. En yüksekten uçan martı, herşeyin en çok farkında olandır. En uzağı gören kişi ise, son kapıdan herkesin geçmesi gerektiğini bilen bir kişidir. Son kişi geçmeden insanlar için bu kapı kapanmayacak; bilge kişiler ise insan evriminin son kapısına yaklaştıkça da; diğerleri için endişeleri ve merhametleri artacaktır. Bu nedenle de yasa için ödev duygusuyla hareket ederek, insanlığa el uzatırlar.

Jonathan kararını vererek dünyaya geri döner ve bu noktada öykünün üçüncü bölümü başlar. O sırada kendisi gibi uçma aşkıyla sürüden kovulmuş ve kayalıklarda talim yapan martı Fletcher’in yanına gelir. Jonathan ona uçmak isteyip istemediğini sorar ve ekler : “Martı Fletcher Lynd, süründeki martıları affedip bu işi iyice öğrendikten sonra geri dönmek ve onların öğrenmelerine yardımcı olmak için de uçmayı ister misin?”. Martı Fletcher bu usta varlık karşısında yalan söyleyemez ve istediğini belirtir. Jonathan cevap verir : “Öyleyse Fletch, düz uçuşla başlayalım. Bu kadar keskin hareketler yaptığın sürece, kesinlikle yapamazsın. Daha başlangıçta, saatte kırk mil hız kaybettin. Yumuşak olmalısın, unutma, kararlı ama yumuşak.”.

Jonathan daha gelir gelmez ilk öğrencisini bulmuştur. Onu eğitmeye başlar. Daha ilk baştan, diğerleri için de çalışması gerektiğini hatırlatır öğrencisine. Bunun için ilk yapılması gereken şey sevginin farkına varmak ve diğerlerine karşı merhametli olmaktır. Çünkü diğerleri henüz birşeylerin farkında değildir ve bazı yaşam şekillerine tabu halinde bağlıdır. Bunları yıkmak kolay olmayacaktır. Ama yıkmadan önce, öğrencisine mükemmel uçmayı öğretecektir Jonathan. Çünkü aslolan şey, örnek olmaktır. Azıcık bilgimizle başkalarını eğitmeye çalışmak yerine, doğru eylemle örnek davranışlar göstermeliyiz. Fikirlerimiz ve davranışlarımız birbiriyle aynı rotada olmalıdır. Öğrenirken de aceleci olmamalıyız. Kararlı ama yumuşak hareket etmeliyiz. Çünkü geçmişe çok sıkı bağlarla bağlıyız ve bunları üzerimizden atmak kolay olmayacaktır. Bu zamana dek tüm çevremiz, ailemiz bize çoğunlukla tersini öğretmiştir. Eğer sindirmeden hızlı hareket edersek, yere çakılabiliriz. Ve bu çakılmanın öfkesi, eğer bilgileri yeterince sindiremediysek bizi yoldan çıkarabilir.

Üç ay sonunda Jonathan’in altı meraklı öğrencisi olur. Fakat hepsi için şu an çok büyük bir çaba göstererek çalışmak, bunun ardındaki gerçek nedeni anlamaktan daha kolaydır. Jonathan çok kez birşeyler söylemek ister ama henüz onlar için çok erkendir. Çünkü muhtemelen keyifli bir masal gibi dinleyecekler ve uykuya dalacaklar, ertesi gün ise bunu unutacaklardır. Öğrencileri çalışmayı sevmektedirler , çünkü hızlı ve heyecanlıdır ve sürekli öğrenirler. Fakat hiçbiri uçma fikrinin bir rüzgarın esmesi, bir tüyün havada süzülmesi kadar gerçek olabileceğini düşünmemektedir. Bir kanat ucundan diğerine kadar tüm bedenleri aslında düşündüklerinden başka bir şey değildi. Düşüncelerinin zincirlerinden kurtulmaları ve bedenin zincirlerini kırmaları gerekmekteydi. Fakat şu an yapmaları gereken tek şey çalışmaktı; bu bilgileri anlayabilmeleri için henüz çok erkendi. Yürümemiz gereken yolda yürürken, Hocalarımız bize her zaman öğrenmemiz gerektiği kadar bilgi verir. Çünkü zamanından önce alınan bilgi hem kafamızı karıştırır, hem de anlamamamıza yol açar. Zamanında alarak kullanabileceğimiz bir bilgiyi, zamansız alırsak gereken değeri veremeyiz.

Bir ay sonra Jonathan sürüye geri dönmelerinin zamanının geldiğini belirtir ve diğer martıların yanına dönerler. Fakat sürünün başkanı bu martıları izleyen, önemseyen veya konuşan olursa sürüden dışlanacağını söyler. İlerleyen dakikalarda tüm sürü onlara sırtını döner ama Jonathan önemsemez ve öğrencileriyle uçuş talimleri yapmaya başlarlar.

Geri dönüşlerinin üzerinden bir ay geçtikten sonra ilk martı yanlarına gelerek uçmayı nasıl öğrendiklerini sorar ve anında sürüden dışlanır. Sonra sol kanadını hareket ettiremeyen martı Kirk maynard gelir ve Jonathan onun da kendine güvenerek uçmasını sağlar. Şafakla birlikte, öğrenci grubunun etrafında, neredeyse bine yakın kuş meraklı gözlerle durmuş, Maynard’a bakmaktadır ve görülüp görülmemek umurlarında değildir, sadece Jonathan’i dinleyip anlamaya çalışmaktadırlar. Oldukça basit şeylerden bahsetmektedir Jonathan; uçmak bir martının en doğal hakkı, özgürlük onun doğasında var ve bu özgürlüğü engeleyecek ne varsa; gelenekler, batıl inançlar ya da herhangi bir şekilde sınırlamalar, tümü bir kenara bırakılmalıdır. “Bu, sürünün yasası bile olsa bir kenara bırakılmalı mı?” diye bir ses yükselir kalabalıktan ve Jonathan cevap verir: “ En doğru yasa, bizi özgürlüğe götürecek olan yasadır, başka hiçbir şey değil.”. Sürüdeki bir kuş, Jonathan farklı ve yetenekli olduğunu ve onun yaptıklarını kendilerinin yapamayacağını belirtir. Jonathan ise öğrencilerini gösterir ve tek gerçekten kim olduklarını anlamaya ve bunu bilerek yaşamaya başlamaları olduğunu söyler.

Aslında bu noktada anlatılanlar son derece açıktır. Kendimizi geleneklerden, boş inançlardan kurtarmalıyız ve bizi gerçeğe götürecek yasaya bağlanarak; ona uygun hareket etmeliyiz. Kendi sınırlarımızı aşmalı, kendimizi tanımalı ve ona göre uygulamaya geçmemiz gereklidir. Bunları yaparken sadece çalışmak da yetmez; ne için çalıştığımızın ve arkasındaki sebebin de farkında olmamız şarttır.

Bir gün Fletcher yeni öğrencilere uçma talimi yaptırırken; ilk uçuşunu annesine gösteren bir yavru martıya çarpmamak için son anda yön değiştirir ve iki yüz mil hızla büyük bir gürültüyle kayalara çakılır. Ve bu noktada artık onun için seçim zamanı gelir; ya orada kalıp öğrencilerini eğitecek ya da başka bir boyutta gelişimine devam edecektir. Fletcher Hocasının yolunu izler ve kalmaya karar verir. Fletcher o anda kayalıklarda gözünü açar ve sürüdekiler yanında bulunan Jonathan’in onu yeniden canlandırdığını düşünürler ve Jonathan’ın bir şeytan olduğuna karar vererek onlara saldırırlar ama Fletcher ve Jonathan bedenlerinin sınırlarını aşarak başka bir mekana geçerler. Fletcher, Hocasıyla aynı seçimi yapmış ve ışığı gördükten sonra mağaraya geri dönerek diğerlerine yardım etmeyi seçmiştir. Kendisine diğer aşamaya geçmesi için fırsat verilmiştir. Ama o kapıdan geçmeyi reddetmiştir.

Sabahla birlikte sürü yaptığı çılgınlığı unutmuştur ama Fletcher unutmaz. Ve konuşmaya başlar: “ Hatırlar mısın Jon, uzun zaman önce sevmenin, sürüye geri dönüp onlara yardım etmeye yeteceğini söylüyordun. Seni öldürmeye kalkışan bir kuş sürüsünü hala nasıl sevdiğini hiç anlayamıyorum.” Jonathan cevaplar: “ Tabii ki sevdiğim bu değil. Kin, nefret ve düşmanlığı sevmekten söz etmiyorum ben. Gerçek martıları, onların her birinin içindeki güzellikleri görmeye çalışmalı, bunu onların da görmesine yardımcı olmalısın.Bu işin sırrını çözdün mü, gerçekten sevebilirsin. “. Bu sözlerin ardından, Jonathan artık oradan ayrılmak zorundadır ve Fletcher’a bunun nedenini açıklar. Fletcher artık Hocasından öğreneceği herşeyi öğrenmiştir ve kendi ayakları üzerinde durmaya hazırdır. Onun Hocası, artık kendi hayatı olacaktır. Jonathan kendisinin Tanrılaştırılmamasını ister; çünkü o da sadece bilinç düzeyi biraz daha yüksek,uçmayı çok seven,bilgeliğe aşık bir kuştur.

Bir süre sonra Fletcher yeni bir öğrenci grubunun karşısındadır ve öğrencilerine ilk dersi verir: “ Başlarken,bilmeniz gereken, bir martının sınırsız bir özgürlük düşüncesine ve Yüce Martı düşüne sahip olduğu, bir kanat ucumuzdan diğerine tüm bedenimizin onun hakkında düşündüklerimizden başka bir şey olmadığıdır.”. Genç martılar ona biraz alayla bakarlar. “İlginç” diye düşünürler. “ Bu hiç de takla atma kuralına benzemiyor.”. Fletcher iç geçirirken “Hadi bakalım.” Der, “Düz uçuşla başlayalım.”. Tam bu anda Jonathan’in da mükemmel olmadığını anlar ve kendisinin de gökyüzüne karışıp onun yanına gideceği ve uçuş hakkında ona bir iki şey göstereceği zamanın pek uzak olmadığını düşünür. Fletcher o sırada kısa bir an için öğrencilerini gerçekten oldukları gibi görür ve içi sevgiyle dolar.

Öykü burada biter. Öyküdeki neredeyse tek semboloji; olayın kahramanının bir insan değilde, bir martı olmasıdır. Öykü üç bölümdür; ilk bölüm Jonathan’in cehaletini farketmesi ve öğrenmeye başlaması; ikinci bölüm ait olduğu düzeyde öğrenimini alması ve üçüncü bölüm de martıların arasına dönüp diğerlerine yardım etmesidir.

Richard Bach, bu öyküyü, “İçimizde yaşayan gerçek Martı Jonathan’lara” adamıştır. Öyleyse, haydi biz de DÜZ UÇUŞLA BAŞLAYALIM !...

Yazan ve düzenleyen : Arzu Kaner ( Izinsiz kullanılamaz )

Hiç yorum yok: