14 Temmuz 2008 Pazartesi

Dharma-Karma-Reenkarnasyon

Dharma; evrenin değişmez kanunlarına ve adaletine verilen addır. Başka bir deyişle orta yoldur. Evrenin ve insanların bir dharması vardır.İnsanın kendi dharmasına “Svadharma” denir. Olması gereken orta yoldan sapmalar olunca dharmadan uzaklaşılır ve bu bazı olumsuzluklara neden olur.

Dharma’nın dışına çıkınca karmalar oluşur. Karmik yasa; etki-tepki yani nedensellik yasasıdır. Doğada fiziksel etki-tepki prensipleri nasıl geçerliyse, insan da doğanın bir parçası olduğundan; bu kural insanoğlu için de geçerlidir. İnsanlar da doğal düzene tabidir. Günümüz insanının en büyük yanılgısı, kendisini doğadan ayrı görmesi, onun yasalarına karşı gelmesi ve tüm doğanın insanlığın hizmetinde yönetilebilen bir şey olduğunu düşünmesidir. Bunun böyle olmadığı, en basit bir örnekle yaşanan doğal felaketlerle görülebilir. İnsanlık bu düşüncesinden dolayı doğayla adeta savaşarak, kendi yaşadığı yerin sonunu hazırlamaktadır.

Karmayı anlamak için, düşüncelerin somut şeyler olduğunun farkına varmamız gerekir. İlk evren maddeden değil, kozmik şuurdan oluşmuştur. Madde, düşünce gücüne insanların fark ettiğinden daha fazla karşılık verir. Çünkü irade gücü enerjiyi yönetir, enerji de karşılığında maddeye tesir eder. Madde gerçekten enerjidir. İrade ne kadar güçlü olursa, enerjinin kuvveti o kadar büyük olur ve sonuç olarak enerjinin maddesel olaylar üzerindeki etkisi de o oranda büyük olur. Bir eylem, eylemin arkasındaki enerji tipine ve gücüne tam olarak karşılık veren bir tepkiyi evrenden davet eder. Enerji , manyetik bir alan oluşturur. Bu manyetik alan, eylemin sonuçlarını kendine çeker.

Ego şuuru, bir kişinin hareketlerinin, kendisi için kişisel sonuçları olacağını garantiler. Eğer çabuk sonuçlar almak için bir düşünceye veya eyleme neden olan irade gücü yeteri kadar güçlü değilse ya da hamlesi birbirine zıt diğer enerjiler tarafından engellenirse, bu sonuçlar gecikebilir. Bununla birlikte er ya da geç bedenin olsun, düşüncenin olsun ya da arzunun olsun; hareketin son tepkimesini biçmesi gerekir. Bu, kendini tamamlayan bir çember gibidir. Zaman unsurundan dolayı tepkileri alması gecikebilir. Birey, bir takım güçler yayar, bu güçler evrende bazı direnç katmanlarına çarparak bireye geri yansır. Bazıları çevrenin etkisiyle geciktirilir, bazıları diğer kuvvetlerle karışır ve etkisizleşir veya bir şekilde yönünü değiştirir; fakat sonuçta öyle ya da böyle bireye ulaşır.

İnsan sadece karmanın belirlediğini yaşamaz; sürekli kendisi de karma oluşturduğundan; geleceğinin büyük kısmının henüz şekillenmediği ve belli olmadığı söylenebilir.

İnsanlar nadiren kendi hareketlerinin kötü olduğunu düşünürler. Yaptıkları ne olursa olsun, onlara iyi niyetli gibi görünür. Eğer diğerlerine ve böylece varlıklarının daha derin seviyesinde uyumsuzluk yaratırlarsa; bu uyumsuzluk dalgaları, uyumsuzluk şeklinde kendilerine geri dönecektir. Her hareket, her düşünce karşılığında oluşan ödüllerini biçer. İnsanın acı çekmesi, Tanrı’nın insanoğluna olan öfkesinin işareti ya da Tanrı’nın insanlar için önceden hazırladığı bir senaryo değildir. Acının, insanoğlunun ilahi yasa yani dharma hakkındaki bilgisizliğinin bir işareti olduğunu söylemek daha doğru olur. Yasa, işleyişinde sonsuza dek şaşmaz.

Eğer mutsuz isek; bu sadece mutsuzluk ektiğimiz anlamına gelir. Başka kimse bizim için mutsuzluk yaratmaz. Elbette ekmekle biçmek arasında bir boşluk vardır ve bu boşluk nedeniyle başka birinin sorumlu olduğunu düşünürüz ya da başımıza gelenlerin nedenini bir türlü anlayamayız. Bu boşluk bizi yanıltır. Geçmişte kendimizin ne yaptığımız hakkında hiç bir fikrimiz yoktur ve aniden birşey biçmemiz gerektiğinde ve bunu nereden geldiğinin anlayamadığımızda doğal olarak dışarıda bir neden aramaya başlarız. Eğer bir neden bulamazsak birşey icat ederiz. Fakat tüm karma teorisi budur yani ne ekersek onu biçeriz.

Yaşamımızın tüm sorumluluğunu üzerimize almamız gerekir. Başlangıçta “Bu cehennemin nedeni benim” düşüncesini kabul etmek zordur. Fakat bu kabul edilirse çok geçmeden bu değişim kapılarını açmaya başlar ve kendi cehennemimizi yaratabiliyorsak,cennetimizi de yaratabileceğimizin farkına varırız. Sorumluluk özgürlük getirir, yaratıcılık getirir. Her ne isek bunu kendimizin yarattığını gördüğümüz an, tüm dış nedenlerden ve şartlardan kurtulmaya başlarız.

Bireysel karmalar olduğu gibi toplumsal karmalar da vardır. Fiziksel ya da zihinsel olsun, bir birey ya da bir grup, bir millet ya da milletler grubu tarafından yapılmış olsun, karma eylemdir. Bir bireyin kitle karmasından etkilenip etkilenmemesi kendisinin bireysel karma gücüne bağlıdır. Örneğin düşen bir uçakta ölenlerin hepsinin ölmelerini gerektiren karmaların olması gerekmez. Bu felakette sadece çoğunluğun karması, yaşayacak azınlıktan daha güçlü olmuş olabilir. Öte yandan yaşamak için yeteri kadar güçlü karması olanlar , ya düşme anında ya da ilk etapta bu uçağa binmekten alıkonarak kurtulabilirler. Ulus karması, insanların bir bütün olarak kozmik yasalarla uyum sağlama derecesine bağlıdır.

Karma, ceza kavramıyla çoğu kez karıştırılmaktadır. Karma ceza değil, sadece harekettir. Hareket birçok şekillerde olabilir. Doğuştan, iyi,kötü, ya da iyiyle kötü arasında geçiş olarak hizmet veren nötr hareket olabilir. Evrenin kendisi Hindu kitaplarına göre üç niteliğin bir karışımıdır; iyi, harekete geçirici ve kötü. Sattwa guna denilen iyi nitelik, şuuru Tanrı’daki kaynağına doğru yükseltir. Harekete geçirici, rajas veya raja guna, mutlaka harekete geçirici olmasa da insanları ego yararına olan harekete doğru iter. Kötü gunaya ise tamas denir. Kötüdür çünkü anlayışı karartır.

Çoğu insanoğlu dünyasaldır. Kişisel kazanç için hareket ederler. Çok az insan bunu diğerlerini incitme isteği ile yapar; çok az insan gerçekten kötüdür.

İstemeyerek, yani yanlış olduğunun farkına varmadan yaptığımız hareketler yasanın dışında değildir. Cehalet, yasayı değiştirmez. Eğer bir kişi arabasını dalgın bir şekilde ağaca sürerse, sonrasında gelen yaralar, sırf onun dalgın olmasından ötürü daha az olamaz.

Cehennem ve cennet sanıldığı gibi yukarılarda değil, burada bizim yanıbaşımızdadır. Dünyada bir kaç yıl süren davranışların ebedi bir cezayı hak etmesi anlamsızdır. Sonu olan bir nedenin, sonsuz bir sonucu olamaz. Bu durum en başta değişmez doğa ve evren kanunlarına aykırıdır.

Kötü karmadan kaçmanın yolu sanıldığı gibi hareketsizlik değildir. Bizim kötü karmalarımıza neden olan şey zihnimizin bize oynadığı oyunlar yani kama manas’tır. Dizginleri ele alarak, zihnimizdeki düşünceleri kontrol altına almamız gerekir. Arzularımızı özellikle dünyasal arzularımızı frenlememiz şarttır. Arzuların hepsi kötü değildir, iyi olan şeyleri arzulamak kötü karmalar yaratmaz; burada önemli husus orta yolu bulmaktır. Arzuları hırs haline getirmemelidir. Çünkü bu şekilde oluşturulan her enerji bize geri dönmek zorundadır. Bu arzularımızı geçekleştirebileceğimiz tek yer dünya olduğundan; bu arzular yani karmalar bizi dünyasal plana geri çeker. Böylece ölümden sonra tekrar dünyasal plana enkarne olma sağlanmış olur. Bu şekilde de reenkarnasyon zinciri başlar. Çünkü tüm karmanın ya da etkilerin tüm tepkilerinin bir ömürde tamamlanması imkansızdır. Hayatın bir çok ömürden oluştuğu gerçeği, birçoklarının tam tersini savunmasına rağmen bizzat Kur’an-ı Kerim’in kendisinde de birçok biçimde geçmektedir.

Neden bir bebek sakat doğar? Bunu sadece reenkarnasyon tatmin edici bir biçimde açıklamaktadır. İnsanlar onu tatlı, masum bir bebek olarak görmüşlerdir. Ancak geçmiş yaşamının birinde bu kişinin dharmanın bir yasasını çiğnemiş olması gerekir. Bu ihlal, onu iyi bacaklara sahip olma şuurundan mahrum eder. Bu yüzden yani zihin bedeni kontrol ettiğinden, bu kişi fiziksel bir bedene geri geldiği zaman bir çift kusursuz bacak oluşturamamış ve sakat doğmuştur.

İnsanların farklı kültürlere doğması, farklı şanslara sahip olması, bedenlerinin farklı ya da eksik olması, zengin ya da fakir doğmaları, aptal ya da akıllı olmaları gibi şeyler eğer nedensiz olsaydı; o zaman dharmanın adil bir yasa olduğundan söz edilebilir miydi? Ama bir neden vardır ve şu an ne olduğumuz, geçmişin çeşitli zamanlarında oluşan hareketlerimizin sonucudur. Zaten farklı imkanlara sahip iki kişi adil olarak yargılanamaz.

Ruhsal yanımızda ölümsüzüz ama kişiliklerimizdeki kusurların hepsi silininceye ve de gerçekten erdemli bir insan oluncaya kadar bu ölümsüzlük şuurunu geri isteyemeyiz. Kendi üstümüzde çalışmak, saklı şekil kendini tüm kusursuzluğu içinde gösterinceye kadar bir heykel üstündeki taşı tıraşlayıp cilalamaya benzer.

Ego, fiziksel bedeni şekillendirir. Bu fiziksel doğumun sonucu değil, nedenidir. Ego, fiziksel ölümden sonra alıkonan astral bedenin bir unsurudur. Fiziksel beden sadece egonun maddesel dünya içindeki yansımasıdır. Yalnızca ölmek gibi basit bir eylemle Tanrı’ya erişilemez. Ölmek kolaydır, kendimiz isteyerek bile gerçekleştirebiliriz. Ayrıca kendimizi öldürmemiz, yapmamız gereken sınavdan kaçmaktır; böylece sınavı uzatmış oluruz. Ancak ruhun sonsuzluğa geri karışıp birleşebileceği yüksek şuur seviyesine erişmek çok zordur. Ölümsüz olan birey tarafımız, Tanrı’nın bir parçasıdır ve biz kendimiz yeterince temiz olana dek tekrar onun bir parçası olamayız.

Herkesin ruhsal tekamül derecesi farklıdır. Evrendeki ruh sayısı değişmez ve herkes kendi karmasını karşılayabileceği uygun zamanda dünyasal plana geri gelir. Buradaki dünyasal plan kavramı sadece bu yaşadığımız dünya da olmayabilir. Aslında ruh varlığı mükemmeldir , insanın astral plana beraberinde götürdüğü ego şuurudur. İnsanın ölünce astral planda ne kadar kalacağı belli değildir. Gelmesi uygun olan dönemi bekler. Evrende her şey titreşimden oluşmuştur ve astral planda da değişik titreşim seviyeleri vardır. Eğer insan iyi işler yapmışsa ve karması çok değilse; o zaman yüksek titreşimli yüksek astral planlara gider ve orada zamanını bekler. Astral plan süptil bir maddeden oluşur ve zihnimizde ne varsa orada onun şekillenmesi çok kolaydır. Bu nedenle kötü karması olanlar düşük titreşimli düşük planlarda kalırlar ve kafalarında dolanan tüm kötü şeylerle karşılaşırlar.

Bu planlar sanıldığı gibi yukarıda ya da aşağıda değildir. Onlar bizim yanımızdadır. Bunlar, fiziksel vizyonumuzun tam arkasındadır. Bir kişinin astral planda ne kadar uzun kalacağı, dünyada ne kadar iyi yaşadığına bağlıdır. İyi karması olanlara orada uzun asırlar kalabilir. Öte yandan aydınlanma arzusu ile teşvik edilenler, ruhsal çabalarına devam etmek üzere dünyaya en kısa zamanda geri dönmeyi isterler. Çünkü onlar, astral dünyanın aslında Tanrı’nın ardına sakladığı bir peçe olduğunu bilirler.

Fiziksel düşünce anında, esirde bir ışık parlaması olur. Fiziksel yeniden doğuşu bekleyen diğer dünyadaki ruh varlıkları, bu ışığın titreşimleri kendilerininkine uygun olduğu zaman hızla ona doğru giderler. Böylece yeniden doğuş gerçekleşir. İyi kişiler her zaman iyi ailelere doğmayabilir. Bu durum; kişinin karşılamak zorunda olduğu karmasının niteliklerine bağlıdır. Ya da avatar olanlar gibi, sadece bazı görevleri yerine getirmek için iyi olmayan ortamlara doğanlar da vardır.

Geçmiş enkarnasyonlarımızı hatırlamamamızın sebebi; hafızamızın kama manas’ta tutuluyor olmasından ileri gelir. Bu durum mitolojide, yeniden doğacak kişilerin “Lethe ırmağı”nda yıkanarak eski hayatlarını unutması ile sembolleştirilir. Kama manas, bizim ölen kişilik tarafımızdadır. Eğer birşeyleri iyi yaparak bunu içselleştirebilirsek, o zaman geçmiş tecrübelerimizi geleceğe taşımamız mümkün olur. Evrim süreci kaçınılmazdır ve herkes sonunda Tanrısallığı şu veya bu şekilde yakalayacaktır. Farklılık zamandan ileri gelir. Reenkarnasyon zincirini kırabilmek ve bu dünyadaki acılara sürekli maruz kalmamak için kendimizi geliştirmeli ve evrim sürecimizi hızlandırmalıyız. Zihnimizi kontrol etmeye başladığımızda; bu durumunu ödülü sadece bu dünyada değil; fiziksel ölüm sonrasındaki astral planda da gelecektir.

Karmadan kaçmanın yolu hareketsizlik değildir. Tam aksine hayatın içine dalmalıyız. Ama erdemli bir şekilde ve orta yolda ilerlemek şartıyla. Orta yoldan her sapma bizde kötü bir karma oluşturacak ve reenkarnasyon zincirimizin uzamasına sebep olacaktır.

Bhagavad-Gita’da Krishna; hareketten kaçınarak kimsenin karmadan kaçamayacağını öğretir. Ama bu arada karmadan kaçmak için önemli bir metod da verir. Metodun tavsiye ettiği nishkam karma dır.Yani hareket meyveleri için arzusuz hareket yani arzu olmadan harekettir. Hareket ederken aslında hareket edenin biz değil de Tanrı olduğunu düşünürsek, hata yapmamız zorlaşır. Çünkü biz de Tanrı’nın bir parçasını taşıyoruz, aynı zamanda da dharmanın bir parçasıyız. Arzusuz hareket edince birçok insan otomatikleşeceğini, yaşama karşı ilgi duymayacağını düşünür. Ama tersine hayatı sınırsız şekilde daha ilginç bulurlar. Arzusuzluk motivasyon çalmaz.

Eylem hakkında Krishna şöyle demektedir:

“ İnsan eylemsizlik özgürlüğüne hiçbir şey yapmadan ulaşamaz, sırf herşeyden vazgeçmekle yüce olgunluğa erişmez. Çünkü insan bir an bile eylemsiz duramaz. Doğanın güçleri herkesi çaresiz bir biçimde eyleme iter. Kendini eylemlerden çeken ama gönlünde durmadan o eylemlerin zevklerini canlandıran kişi kendini aldatmaktadır, o kişi yolun sahte yolcusudur. Hiç bir şeye köle olmadan , zihnin güçlerini uyum içinde tutarak Karma Yoga ( Doğru Eylem) yolunda, kutlu işler yolunda yürüyen kişi ne büyüktür. Eylem, eylemsizlikten daha iyidir, onun için hayatta ödevini yap. Dahası eylem olmazsa beden de canlı kalmaz. Dünya eylemin esiri olur, eğer eylem kutlu olmazsa. Eylemlerin saf ve arzuların kementine takılmamış olsun.”

Yazan ve düzenleyen : Arzu Kaner ( Izinsiz kullanilamaz )
(Internette "Pandora" nickiyle daha önce yayınlamış olduğum bir yazıdır, alıntı kaynağı belirtilmeden yayınlanamaz, izne tabidir.)
Kaynaklar:

· “Bilgeliğe Yolculuk” Paramhansa Yogananda

· "Gizli Doktrin" Helena Petrovna Blavatsky

· "Bhagavad-Gita"

Hiç yorum yok: